PARTİ SORUNU VE HAREKETİMİZİN GÖREVLERİ ÜZERİNE (1) - 1
Gönderen komdev - May 06 2024 22:22:26
Özellikle son 3 yıldır, dönüp dolaşıp konuşageldiğimiz, ele aldığımız bir sorundur proletarya partisinin yeniden kurulması sorunu. Bu sorun çözülmeden kaldıkça da böyle devam edecektir. Bir kaçınılmazlıktır bu. Bu sorunun yanı sıra birçok diğer sorunu da tekrar tekrar ele almak zorunda kalmadık mı? Örneğin, hareketimizin (2) hata ve zaaflarını defalarca tartışmadık mı? Ve tartışmayacak mıyız? Lenin’in dediği gibi:
“… yeniden ele almak kararını vermediğimiz tek bir görev yoktur. Bir yenilgiden sonra meseleyi yeniden ele almak, her şeyi baştan aşağı değiştirmek, meselenin çözümüne ne şekilde yaklaşmak gerektiğine ikna olmak, kesin doğru olmasa bile hiç değilse tatmin edici bir çözüm bulmak; biz böyle çalıştık, gelecekte de böyle çalışmak gerekir.” (Strateji ve Taktik, Aydınlık Yayınları, s. 42)
Haber Metni
Özellikle son 3 yıldır, dönüp dolaşıp konuşageldiğimiz, ele aldığımız bir sorundur proletarya partisinin yeniden kurulması sorunu. Bu sorun çözülmeden kaldıkça da böyle devam edecektir. Bir kaçınılmazlıktır bu. Bu sorunun yanı sıra birçok diğer sorunu da tekrar tekrar ele almak zorunda kalmadık mı? Örneğin, hareketimizin (2) hata ve zaaflarını defalarca tartışmadık mı? Ve tartışmayacak mıyız? Lenin’in dediği gibi:
“… yeniden ele almak kararını vermediğimiz tek bir görev yoktur. Bir yenilgiden sonra meseleyi yeniden ele almak, her şeyi baştan aşağı değiştirmek, meselenin çözümüne ne şekilde yaklaşmak gerektiğine ikna olmak, kesin doğru olmasa bile hiç değilse tatmin edici bir çözüm bulmak; biz böyle çalıştık, gelecekte de böyle çalışmak gerekir.” (Strateji ve Taktik, Aydınlık Yayınları, s. 42)
Proletarya partisinin yeniden kurulması sorununu çeşitli yönleriyle tekrar titizlikle ele almak zorundayız. Bütün dikkatimizi bu sorun üzerinde toplamak, diğer sorunları bu hayati sorunun çözümüne bağlı olarak ele almak zorundayız. Türkiye işçi sınıfının dikkatini, fabrika işçilerinin dikkatini de bu doğrudan görevine çekmeliyiz. Lenin, “Halkın Dostları”nı eleştirirken “…bunlar, işçilerin zihnini SOSYALİST BİR İŞÇİ PARTİSİ ÖRGÜTLEMEK biçimindeki doğrudan görevinden (vurgular bana ait) başka tarafa çekerek çok ciddi bir hata işlemektedirler”, der ve şöyle devam eder:
“Bu hata, burjuva toplumunun uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının hâlâ pek gelişmemiş olduğu ve serflik tarafından örtbas edildiği, bu sonuncusunun tüm aydınların oybirliğiyle protestosuna ve mücadelesine yol açtığı ve böylece aydınlarımızda kendine özgü demokratik bir şey olduğu ve liberallerin fikirleriyle sosyalistlerin fikirleri arasında derin bir uçurum olmadığı hayalini yarattığı bir zamanda doğal olarak doğmuş bir hatadır.” (Agy., s. 190)
Rusya’nın 1890’lardaki somut şartlarıyla Türkiye’nin 1970-1980’lerdeki somut şartlarını birbirine karıştırmaktan ve kaba benzetmeler yapmaktan uzak duruyorum kuşkusuz. Orada, liberallerin fikirleriyle sosyalistlerin fikirleri arasında derin bir uçurumun olmadığı hayalinin yaratıldığı bir zamanda işçi sınıfının dikkati parti olarak örgütlenmek şeklindeki doğrudan görevinden uzaklaştırıyordu. Burada ise, devrim aşamalarını atlayıp sosyalist devrimi savunur bir duruma düşmemek kaygısıyla, bu durumda kimlerin ne diyeceği endişesiyle, bilimsel sosyalizmin propagandasının yapılmasından kaçınılıyordu (1979 Nisan Konferansı “Yaşasın Sosyalizm” sloganının atılıp atılamayacağını dahi tartışmıştır.); şehirde olsun kırda olsun, kitlelere sosyalist bilinç taşımak yerine (komünist faaliyet bunu gerektirir) demokratik bilinç vermeye çalışmakla yetiniliyor; işçi sınıfı içinde, özellikle de fabrika işçileri içinde çalışmaktan ziyade, önemli bir güç olan ama; son derece istikrarsız bir yerleşim gösteren yarı-proletarya içinde çalışmaya ağırlık veriliyordu; toplumda demokratik fikirlerin propagandası yaygındı ve ilerici, demokratik kitlelerin ezici çoğunluğu küçük-burjuva demokratik akımlar (3) etrafında toplanıyordu. Bu şartlarda iki burjuva demokratik akım Marksist-Leninist olarak değerlendiriliyor ve proletarya partisinin yeniden kurulması görevi kendiliğinden gelişmenin seyrine bırakılıyordu. Rusya’da liberallerin fikirleriyle sosyalistlerin fikirleri arasında derin bir uçurum olmadığı hayali yaratılırken, Türkiye’de demokratların fikirleriyle sosyalistlerin fikirleri arasında derin bir uçurum olmadığı hayali yaratılıyordu; ama sonuç aynıydı: dikkatlerin proletaryanın parti olarak örgütlenmesinden başka tarafa çekilmesi.
Genel olarak örgütlenme, belli bir işin yerine getirilmesinde o işi yapacak kişilerin bir araya gelerek işbölümü yapmalarıdır. Sınıflı bir toplumda sınıflar birbirlerine karşı kendi çıkarları uğruna mücadele edereler ve bu amaçla örgütlenirler. Proletarya da burjuvaziye karşı mücadele eder; proletaryanın devrimini yaparak iktidarı ele geçirmek ve ekonominin sosyalist örgütlenmesini yapabilmek için örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Her mücadele biçimi, kaçınılmaz olarak, uygun örgütlenme biçimlerini gerektirir ve yaratır. Proletaryanın ekonomik mücadelesi sendikaları ortaya çıkarırken, politik mücadelesi öz partisinin varlığını gerektirir. Proletarya partisi zaten işçi sınıfının ekonomik ve toplumsal kurtuluşu adına bir araya gelen sınıf bilincine varmış ileri savaşçıların birliğidir. İşçi sınıfının başkaları için bir sınıf olmaktan çıkıp kendisi için bir sınıf haline gelebilmesi politik hayata kendi öz partisi önderliğinde müdahale etmesini gerektirir. Demek ki, parti, burjuvaziye karşı proletaryanın başarılı bir sınıf mücadelesi yürütebilmesi için son derece hayati bir araçtır. O halde, bu aracın temin edilmesi, yani kurulması, ileri savaşçılar olan komünistlerin en başta gelen görevidir. Oportünistlerden arınmış yeni tip bir partinin kurulmasının ilk görev olduğunu belirtir Lenin:
“… ilk görevimiz gerçekten devrimci bir parti kurmak ve Menşeviklerle bağları koparmaktır. Ama bu sadece bir hazırlık okuludur. Bir parti içinde örgütlendikten sonra, ikinci aşama devrim için hazırlanmayı öğrenmektir.” (Kitle İçinde Parti Çalışması, s.178) (Vurgular bana ait)
Lenin, “Ne Yapmalı?” adlı broşüründe politik mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiği üzerine şöyle yazar:
“Bütün politika sanatı, elimizden koparılıp alınması en güç olan halkayı, elinde tutana bütün zincire sahip olmayı en çok garanti eden halkayı gücümüz yettiği kadar sıkı tutmaktan başka bir şey değildir.” (s.206) (Vurgular bana ait)
Proletaryanın burjuvaziye karşı başarılı bir sınıf mücadelesi yürütebilmesi için, komünistlerin, henüz proletarya partisinin kurulmadığı bir ülkede, örneğin Türkiye’de, politika sanatını gerçekten doğru icra edip edemediklerinin ölçütü onların parti sorununa yaklaşımlarıdır.
İşte, proletarya partisinin yeniden kurulması Türkiyeli komünistlerin ve Türkiye proletaryasının ellerinden “koparılıp alınması en güç olan halkadır”; onlara “bütün zincire sahip olmayı en çok garanti eden halka”. Komünistlerin politika sanatını teorik olarak gerçekten kavrayarak pratiğe koyup koymadıklarının ölçütü bu halkayı sıkı tutup tutmadıklarına bağlıdır.
İleride üzerinde daha genişçe duracağım gibi, bugün Türkiye komünistlerinin temel görevi, sıkı sıkıya kavrayacakları halka (süreçler zincirinin özel halkası) proletarya partisinin yeniden kurulmasıdır. Bu acil görev, şu ya da bu nedenle, hiçbir şekilde geri plana itilemez; diğer bütün görevler bu göreve tabi kılınmalıdır. Bu görev, hareketimizin önündeki bir dizi görev içinden, çözümünün merkezi noktayı oluşturduğu güncel görevdir. Bu görevin ihmali, diğerlerinin buna tabi kılınmaması, şimdiye dek olduğu gibi bundan sonra da işçi sınıfı hareketine ve komünist harekete ciddi zararlar verir. “Kitle İçinde Parti Çalışması” adlı derlemedeki bir makalesinde, parti olarak örgütlenmiş olsalar bile, komünistlerin başlıca ve temel görevleri üzerine şöyle yazar Lenin:
“Bizim başlıca ve temel görevimiz, işçi sınıfının politik örgütlenmesi ve politik gelişimini kolaylaştırmaktır. Bu görevi arka plana itenler, mücadelenin her türlü özel metotlarını ve diğer bütün görevlerini buna tabi kılmayı reddedenler yanlış bir yol izlemekte ve harekete ciddi zararlar vermektedirler.” (s.12)
İşçi sınıfının politik örgütlenmesinin en yüksek biçimi parti değil midir? Bu aracın var olmadığı şartlarda, kurulması komünistlerin temel görevi değil midir? İşçi sınıfının politik eğitimi ve politik örgütlenmesinde en önemli araç parti değil midir? Bu soruların hepsine verilecek tek bir cevap vardır: Evet. Partinin kurulması işçi sınıfının politik eğitimi ve politik örgütlenmesinden koparılamayacağına göre, kurulması bilinç ve örgütlenmede bir sıçramayı ifade eder.
1972 Nisan’ında kurulduğundan çökertildiği 1973 başına kadar geçen zaman içinde hareketimiz, en başta da XK (4) partinin yeniden kurulması görevini bütün görevlerinin içinde en önemli görev olarak tespit edip diğerlerini bu göreve tabi kılmamıştır. Bunun gereğini teoride anlamadı, dolayısıyla da pratikte bu görevin yerine getirilmesine yönelmedi. Proletarya partisinin önemini ve kurulması gerektiğini teoride anlamak ve bunu sık sık tekrarlamak, pratikte uygun adımlar atılmadığı müddetçe, boş bir sözden öte bir anlam taşımaz. Asıl önemli olan hareketin önünde duran görevler içinden merkezi görevi bulup çıkarmak; somut adımlar atarak bu görevi yerine getirmeye çalışmak ve diğer görevleri bu merkezi göreve tabi kılmaktır. Söz ile eylemin uygunluğu bunu gerektirir. Politika sanatı bunu gerektirir.
Hareketimiz politik bir parti olarak örgütlenme yolunu değil, gerilla birimleri olarak örgütlenme yolunu tutmuş “… pratik[te] askeri örgütlenmeye ağırlık vermiştir.” (Proleter Devrimci Partinin Yolu , Sayı 5, s. 52) “Barış içinde örgütlenme koftur”, sözünü “… silahlı mücadeleye girişmeden sağlam bir örgüt kurulamayacağı biçimde kavrayan” hareketimizin bu bakış açısı, “askeri bakış açısını yansıtıyordu.” (Agy., s.53) Yani sınıf mücadelesi içinde parti olarak örgütlenmek, işçi sınıfının politik eğitimine ve politik örgütlenmesine yardımcı olmak, önderlik etmek öncelikle gerekli olan şeyler değildi. Mevcut kadrolarla silahlı mücadeleye başlamak ve bu mücadele içinde partiyi kurmak düşünülüyordu. Bu görüşün yanlışlığı teorik olarak açık olduğu gibi, toplumsal pratik tarafından da ispatlanmıştır. Teoride ne söylenirse söylensin, küçük-burjuva akımlar ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, pratikte yapılan askeri örgütlenmeyi hareket örgütlenmesinin yerine, gerilla birimlerini de hareket örgütlerinin yerine geçirmek olmuştur. Zaten, daha sonraki yıllarda daha bir açıklıkla ortaya çıktığı gibi, hareket örgütlerinde yer alabilmek için askeri örgütlenmede yer almak, denenmek gerektiği görüşü bunun iyi bir kanıtıdır. (Bakınız 1975 yılında yayınlanan Siyasi Yönergeler.) Burada şunu belirteyim ki, her askeri örgütlenme ancak politik bir örgütlenme olabilir.
Partinin yeniden kurulması ve inşası konusunda teoride doğru bir anlayış olmadığından pratikte doğru bir yönelimin olması mümkün değildi:
“…Parti oluşumunda ideolojik, siyasi mücadelenin önemi [içinden çıkılan hareketin ve diğerlerinin görüşlerinin eleştirisinin partinin yeniden kurulması ile ilişkisi kavranmamıştı] ve kitle mücadelesi içinde partinin inşa edileceği gibi konularda belirli bir görüşümüz yoktu.”
“…Örgütsel inşa (parti inşası) anlayışımız ise muğlaktı, bu konudaki pratiğimiz ise esas olarak hatalıydı.” (PDPY, S.5, s. 53)
Ayrıca, bu dönemde “… Örgütlenmemiz esasta bürokratikti. Ve genel olarak yaptığımız kaba bir propagandayı kitlelere ulaştırmanın ve ileri unsurların giriştikleri bireysel nitelikteki bazı şiddet eylemlerinin bir aracı olarak şekillenmişti. Örgütün o zaman esas özelliklerini veren bu ve benzer nitelikteki mücadele anlayışıdır.” (Agy., s.20) (Vurgular bana ait)
Sözün kısası, kurulduğunda hareketimizin proletarya partisinin yeniden kurulmasını en önemli görev, diğer görevlerin kesinlikle tabi kılınması gereken görev olarak tespit etme ve buna uygun davranma gibi bir sorunu olmamıştır. Hemen hemen bütün dikkat sınırlı sayıdaki kadrolarla gerilla savaşını başlatmak ve geliştirmek üzerine toplanmıştır. Partinin yeniden kurulması sorunu gerilla savaşı sırasında (Kim bilir hangi aşamada?) yerine getirilecek basit bir görev derekesine indirilmiştir. İşçi sınıfının politik eğitimi ve politik örgütlenmesi temel görevi kesinlikle kavranmamış, partinin kuruluşu ve inşası sorunlarında küçük-burjuva görüş alanının dışına çıkılamamıştır. Hareketin 1976 öncesini küçük-burjuva olarak değerlendirdiğimden, bunun benim için yadırganacak bir yanı yoktur şüphesiz.
Bütün bu söylenenlerden sonra, henüz bağımsız bir politik örgüt olarak kurulmadan önce Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) içindeki muhalefetin “atılacak her adımın aynı zamanda partinin oluşturulmasına hizmet etmesi gerektiğini kavramış” (PDPY, S.6, s.49-50) olduğunu söylemek hem çelişkilidir hem de doğru değildir. Daha ileride yukarıdaki tespitle taban tabana zıt bir tespit yapılmaktadır:
“… Kavrayıştaki yetersizlikler, tecrübe zayıflığı Partinin yeniden kurulmasını görevlerinin merkezine koymasını engelledi. Pratikte kendiliğindenci [sic] (6) bir tavır takındı.”
Bu cümleden hemen önce söylenenler ise şunlar:
“M-L Hareket geçmişte parti sorununda genelde doğru bir kavrayışa sahipti. Bunu somut şartlarla birleştirip, Partiyi yeniden kurmak için somut görevler tespit edemedi…” (Agy., s.102)
Hareketin parti sorununda genelde doğru bir kavrayışa sahip olduğunu söylemek ne kadar doğru değilse, “Partiyi yeniden kurmak için somut görevler tespit edemediği” o kadar doğrudur. Hem zaten proletarya partisini yeniden kurma görevini, teorik tespit olarak bile, bütün görevler içinde baş köşeye oturtmayan hareketimizin bu amaçla somut görevler tespit edememesinde şaşılacak bir yan yoktur. Devrim için proletarya partisinin gerekliliğini ve önemini teoride anlamak ya da tespit etmek “parti sorununda genelde doğru bir kavrayışa sahip” olmak demek değildir.
1973 yılının ikinci çeyreğinden 1977 başına kadar süren dönem hareketin yeniden toparlanma dönemidir. 1974 yılının sonuna kadar ciddi bir yeniden toparlanma faaliyeti gösterilmemiştir. Bu ilk 1,5 yıl süresince hareket hatalarına karşı liberal ve tutucu yaklaşmış, ufak tefek hatalardan (o da gerilla savaşının hazırlığına ilişkin bazı teknik konularda) başka bir hata tespit edilememiştir. Tabii bu durumda proletarya partisinin yeniden kurulmasının en önemli görev olduğunun gözden kaçırılması devam etmiştir. 1976 Birinci Tartışma Kampanyası’na kadar
“… çalışmalar, yenilgi öncesi dönemdeki anlayışlar ve siyasi çizgi temelinde yürütülmekteydi.” (PDPY, S.5, s.16)
“Yeniden inşa faaliyeti az sayıda ve nispeten geri bilinç düzeyindeki kadronun propaganda çalışmasını, oluşan sempatizan çevrelerin birleştirilip örgütlenmesini ve 75’den itibaren girişilen bir kısım askeri faaliyetleri içeriyordu. O dönemdeki tesbite [sic] göre yapılanlar “gerilla savaşının ön hazırlığı’ niteliğindeydi.” (Agy., s.41)
Görüldüğü gibi, proletarya partisinin yeniden kurulmasının bırakınız kavranacak özel halka olarak alınmasını, sorunun gündeme getirilmesi bile söz konusu değildi. Bu dönemde de askeri örgütlenme sorunları teoride ve pratikte esas alınıyor, proletaryanın politik örgütlenmesi görüş alanımızın dışında kalıyor ya da tali bir önem veriliyordu. (İstanbul’da işçiler arasında, o günkü duruma göre küçümsenmemesi gereken, bir faaliyet olduğunu hatırlamadan geçemeyiz.)
“Askeri örgütlenme içinde var olmanın siyasi örgütlenme içinde yer alabilmek için zorunlu olduğunu getiren hatalı merkezi … birincisine çok fazla önem verem bir anlayış hakimdi.”
Bu dönemde, özellikle 1975 yılının ortalarından itibaren, ideolojik ve siyasi belirsizlik ve kargaşalık, örgütsel dağınıklık söz konusuydu; “… örgütün sınırları belirsiz kaldığı gibi merkezi bir önderlik de gerek ideolojik ve siyasi alanda gerekse de örgütsel ve askeri faaliyetlerle ilgili olarak esası bakımından kurulamamıştı.” (Agy., s.42) (Vurgular bana ait)
Bu dönemde “Önderlik, siyasi gelişmeler karşısında tavırsız kalıyor, siyasetlerimizi geliştirmek ve hatalarından arınma doğrultusunda çaba sarf etmiyordu … Teorik çalışma adına yapılanlar halk savaşı ve gerilla savaşının başlatılması konusunda mekanik özetlemelerin ötesine geçmiyordu.” (Agy., s.59) (Vurgular bana ait) “1975 ortalarında siyasi ve ideolojik alanda çıkmaza düşmüş” bulunan, teorik görüş ve tezlerindeki, taktik çizgisindeki hatalarını düzeltme yolunu tutmayan, teorik çalışması bazı askeri konularda özetlemelerden ibaret olan bir hareketin, proletarya partisinin yeniden kurulmasını bütün görevlerinin merkezine koyması beklenemezdi. Bu kadar hayati bir sorunun taşıdığı büyük önemi teorik olarak bile tespit edemeyen bir örgütün dolaysız sınıf mücadelesine ilişkin sorunlarda, genel olarak politikada gerek hareketin gerek kitlelerin örgütlenmesinde kendiliğindenliğe kapılmasında şaşılacak bir yan olamaz.
Bu dönemin sonlarına doğru proletarya partisini yeniden kurma görevini merkezi görevi olarak tespit edecek ve bu yönde somut adımlar atacak yerde partinin kurulması ve inşası konusunda mükemmeliyetçi anlayışlar, partiyi idealize eden görüşler yaygınlaştı. Bu görevi üstlenme cesareti gösteremeyen hareketimiz, bunun yerine getirilmesinin sürekli olarak ertelenmesine bir dayanak bulmuştu! Bu cesaretsizlik, daha sonra, iki küçük-burjuva demokrat akımı Marksist-Leninist olarak değerlendirip proletarya partisinin yeniden kurulması görevini üstlenecek iki ortak bulmasında da kendini gösterdi. Bu durum bu sorundaki kendiliğindenliği körükledi.
“1975 sonlarında gelişmeye başlayan geçmişi küçümseme eğilimi, partiyi “idealize eden, bu görevi erteleyen mükemmeliyetçilikle birleşti. Parti konusundaki kendiliğindencilik [sic.] farklı bir biçimde sürdü. Somut adımlar atılamadı.” (PDPY, S.6, s.103)
Birinci Tartışma Kampanyası içinde parti değil, parti-öncesi komünist bir örgüt olduğumuza karar verildi. Kampanyadan sonra, oldukça sık olarak, proletarya partisinin yeniden kurulmasından ve bu kuruluşun hareketimizin çizgisi temelinde gerçekleşeceğinden bahsedilmesine rağmen ciddi hiçbir adım atılmadı. İki küçük-burjuva akım hakkında önceleri “proleter devrimci olma yolunda” şeklinde muğlaklık şaheseri bir değerlendirme yapıldı; bu değerlendirme daha sonra yerini, kaçınılmaz olarak, “proleter devrimci” değerlendirmesine bıraktı. İdeolojik uzlaşmacılık, kendi gücüne güvensizlik, partinin idealize edilmesinin devam ediyor olması, küçük-burjuva akımların birleşmek için pek istekli olmamaları proletarya partisinin yeniden kurulması konusunda somut adımların atılmasına imkân bırakmıyordu. İdeolojik uzlaşmacılık, partinin kurulması için kesin bir zorunluluk olan Marksizm-Leninizm aleyhtarı fikir akımlarıyla kozları paylaşma konusunda hiçbir ciddi adım atılmasına imkân vermedi. Tartışma Kampanyası’ndan sonraki 1977 yılı kozları paylaşma değil, uzlaşma yılı oldu. Bundan en çok yararlanan, ideolojik ve politik bakımdan fukara olan Halkın Kurtuluşu oportünistleri oldu. Bu yılın sonunda, barışçı ortamdan alabildiğince yararlanarak, hiçbir ciddi ideolojik polemiğe girmeden, bütünlüklü adını verdikleri çizgilerini ortaya koydular. Bu konuda hareketimize çok, hem de çok teşekkür borçludurlar!
“… Hareketimizin platformunun, dolayısıyla niteliğinin inkâr edilmesi temelinde gelişen sağcı mükemmeliyetçilik, kendi gücümüze güvensizliği geliştirdi. Hareketimiz partinin yeniden kurulması görevini faaliyetlerinin odağına koymaya yönelmedi bile. Mücadelenin geliştirilmesi için sıkıca tutulması gereken halkayı kavrayamadığından, parti görevlerini yerine getirmede ciddi atımlar atamadı. İdeolojik mücadele görevini sığ kavradı. Kavradığı ölçüde bile hayata geçiremedi. …” (PDPY, S.5, s.18) (Vurgular bana ait)
Konferans, inkârcılığın 1977 sonunda esas olmaktan çıktığını söylemesine rağmen, bunun üzerinde yükselen ve hareketi proletarya partisinin yeniden kurulması görevini faaliyetlerinin odağına koymaktan alıkoyan sağcı mükemmeliyetçiliğin de tali plana düşüp düşmediği konusunda açık bir şey belirtmiyor. Bu konudaki mükemmeliyetçiliğin, azalmasına rağmen, 1977 sonundan sonra da devam ettiği inkârı mümkün olmayan bir olgudur. O halde, bu konudaki sağcı mükemmeliyetçilik hareketimizin niteliğinin inkârının değil, yukarıda değindiğimiz nedenlerin bir sonucudur. Hareketimizi tek komünist örgüt görmek, komünist fikirlerle demokrat fikirler arasındaki derin uçurumun farkında olmak ve buna göre davranmak için yeterli değildir; yani inkârcılık, oldukça yetersiz inceleme ve tartışmalara dayanan oldukça yetersiz nedenlerle “bizden başka komünist örgüt yoktur”, demekle “esas olmaktan” çıkmaz. Bu “inkârcılık” konusu daha geniş bir tartışmanın konusudur ve burada sadece değinmekle yetiniyorum.
Söz konusu mükemmeliyetçiliğin 1977 sonundan sonra da devam ettiği aşağıdaki satırlardan da anlaşılabilir:
“Tartışma kampanyası sonrasında ise, ideolojik mücadelenin önemi ve sürekliliği kavranmadığından, kadroları ve kitleleri eğitmede yetersiz kaldık. Siyasi mücadelede derin bir kavrayışa sahip olmamamız, parti sorununu çalışmalarımızın odağına almayı önledi. …” (Agy., s.62) (Vurgular bana ait)
Burada adı geçen kampanya 1976’daki Birinci Tartışma Kampanyasıdır ve ondan sonraki sürecin bütünü için, yani 1979 başına kadar geçen zaman için, bir değerlendirme ve tespit yapılmaktadır.
Haziran 1977’de resmen başlatılan “Örgütsel Düzeltme Kampanyası” (“ÖDK”) (7), politik ajitasyonun genişlemesi, kitle mücadelelerinin örgütlenmesi gibi konularda küçümsenmemesi gereken bazı olumlu adımlara rağmen, proletarya partisinin yeniden kurulması görevini kavranacak halka olarak almadığından, tüm diğer görevleri bu göreve tabi kılmadığından başarısız oldu. Konferans’ında belirttiği gibi, “Son dönemde (1977 başı-1979 başı- Benim notum), hareketimiz, faaliyetinde ağırlığı kitle mücadelelerinin geliştirilmesine vermiştir. …” (Agy., s.43) (Vurgu bana ait)
Yine Konferans’ın belirttiği gibi, “…hatalarımızı, siyasi mücadele ve önderlik anlayışı üzerinde ele almayan (Parti sorunu burada kilit sorundur- Benim notum) ve ideolojik-siyasi görevlerimizi esas olarak tamamlanmış sayan (hem de liberalizm yılında- Benim notum)” bir perspektiften hareket etmemizin kaçınılmaz bir sonucu olarak, bu kampanya başarısız oldu. (Agy., s.46)
1977 yılı sonunda, Türkiye devrimci hareketinin değerlendirilmesi ve buna bağlı olarak parti sorunu, hemen ele alınması gereken sorunlar olarak hareketimizin gündemine geldi. Bu sorunun tartışılmasında ilk başta gösterilen “titizlik”, proletarya partisinin yeniden kuruluşu sorununda doğru anlayışlar oluşturmak ve somut adımlar atmak gerektiğine ne kadar önem verildiğini göstermeye yeterlidir. Mükemmeliyetçi bir anlayışla ele alınıp idealize edilen proletarya partisi ve onun kuruluşu, hiçte mükemmeliyetçi olmayan baştan savma bir şekilde tartışmaya açıldı.
“…Parti sorununun tartışılması başından hatalı bir şekilde geliştirildi. Önce sözlü olarak görüşler iletildi. (Bazı yoldaşlara, örneğin bulunduğum yerdeki yoldaşlara, iletilmedi), daha sonra tartışma yetersiz bir çalışmanın ürünü olan metinler üzerinde gerçekleştirildi … Daha sonra önderliğin önerisi ve örgütümüz çoğunluğunun onayıyla tartışmanın geliştirilmesi karar altına alındı. …” (Agy., s.45)
Son derece yetersiz metinler üzerinde kısa süre içinde yapılan tartışmalar sonucu, Türkiye devrimci hareketinin ve parti sorununun değerlendirilmesi yapıldı. Tam bir disiplinsizlik örneği olan ve birçok hata da taşıyan bir yazıyla var olan sonuçların bir bölümü açıklandı. Yazının yayımlandığı Partinin Yolu’nun İkinci Sayısında partinin yeniden kurulmasının temel görev olduğu belirtiliyordu:
“Şartların olgunlaşmasıyla (Vurgu bana ait), proletarya partisinin oluşturulması, ülkemiz devriminin en önemli meselesi haline geldi. Proleter Devrimci Hareketin bugün temel görevi Partinin oluşturulmasıdır. Bu doğrultuda, partinin önündeki engelleri temizlemek için ideolojik-siyasi inşayı (Vurgu bana ait) esas almasıdır. …” (Sayfa 2)
Proletarya partisinin kurulmasının en önemli mesele haline gelmesi, hareketimizin temel görevi olması, proletarya partisinin fiilen kurulmasının şartlarının olgunlaştığının söylendiği 1978 başından itibaren değil, kuruluşundan (Bana göre 1976’dan) itibaren böyledir. Ayrıca hem şartlar olgunlaşmıştır deniyor hem engelleri temizlemek için ideolojik-siyasi inşanın esas alınmasından bahsediliyor. Yani hem artık parti kurulabilir deniyor hem engelleri temizlemek gerektiğinden bahsediliyor. Bir başka deyişle henüz şartlar olgunlaşmamış.
Devam edelim. Koordinasyon Komitesi’nin haklı ve yerinde önerisi üzerine, hareketimizin üye ve aday üyelerinin büyük çoğunluğu sorunun tekrar tartışılmasının gereği üzerinde birleştiler. Ve ancak bundan sonradır ki, sorun enine boyuna tartışıldı ve Nisan Konferansı’nda bir sonuca bağlandı. Özü itibariyle aynı sonuçlara varıldı.
İşte bu en önemli göreve ilk başlarda verilen önem (!) böyleydi. Tam bir sorumsuzluk örneği olan baştan savma bir tartışma ile bu kadar hayati bir sorunda sonuca gidilmek istenmiştir. Sorunun bu şekilde ele alınışının tasfiyeci 1 Ağustos 1978 hizbinin oluşmasında önemli bir payı vardır. “Üç Dünya Teorisi”nin tartışılmasında aceleci davranıldığı konusunda özeleştiri yapılırken, Türkiye devriminin anahtar sorununda aynı hataya düşülüyordu. Bütün bunlar, adından ve öneminden sık sık bahsedilen proletaryanın partisinin yeniden kurulmasına ne kadar ciddiyetle (!) yaklaşıldığını gösterir.
Asıl üzerinde durulması gereken nokta, partinin kuruluşu ve inşasının idealize edilmesi nedeniyle, soruna mükemmeliyetçi yaklaşım değil, başlıca nedenleri ideolojik uzlaşmacılık ve kendi gücüne güvensizlik olan sorunu savsaklama, erteleme düşünce ve tutumudur. Zaten partinin yeniden kurulması sorununa mükemmeliyetçi yaklaşımın başlıca nedenleri de bunlardır.
1977 yılından itibaren de örgütsel pratiğimiz kendiliğinden bir şekilde, önemli ölçüde rastgele sürdürüldü; işçi sınıfı içindeki çalışmaya ağırlık verme iyi niyeti sadece bir niyet olarak kaldı. İç ve uluslararası ideolojik ve politik gelişmeler bizi sürükledi; sınıf mücadelesine bilinçli bir müdahalede bulunan bir örgüt değil, olayların, gelişmelerin peşinden sürüklenen bir örgüt olmaya devam ettik. Proletaryanın sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap verecek durumda olmayan hareket örgütlerimiz “esasta bürokratik özellikler taşıyor, birçok örgütümüz sorunların ayrıntılarıyla boğulup dar çerçeveyle sınırlı kalıyordu.” (PDPY, S.5, s.21) Genellikle kendi içine kapanık, ülke ve dünya devrimi sorunlarına bakışta geniş bir perspektife sahip olmayan hareket örgütlerinin, proletarya partisinin yeniden kurulması sorununu içinde bulunulan sürecin kavranacak özel halkası olması gerektiğini kavramamasının yadırganacak bir yanı yoktur. Sorunlara kuş bakışı bakamayan bir hareketin, bu sorunda gerek teoride gerek pratikte doğru bir tutum takınması beklenemezdi.
Birinci Genel Konferans’a hazırlık çalışmaları, özellikle bazı sorunların teorik olarak daha iyi incelenmesine, tartışılmasına ve değerlendirilmesine yol açtı. İşçi sınıfı içindeki çalışmanın tayin edici önemi, en iyi kadroların büyük merkezlere yollanması, genel olarak çalışma tarzı ve tek tek unsurları, politik mücadele ve önderlik ve parti sorunu gibi sorunların teorik olarak anlaşılmasında önemli gelişmeler sağlandı.
Konferans’ta partinin yeniden kurulmasının en önemli görev olduğu kuvvetle vurgulandı. Merkez Komitesi’ne proletarya partisinin yeniden kurulmasının şartlarını olgunlaştırma ve bu yöndeki çalışmaları hızlandırma görevini veren Konferans, görevler arasındaki ilişki üzerinde özellikle duruyor “görevler arasındaki bağı iyi kavramak” (Agy., s.8) gerektiğini belirtiyordu. “… Tüm mücadele alanını görüp, doğru değerlendirebilen bir bakış açısıyla öncelik verilecek alanlar ve görevler tespit edilip, güçler buralarda yoğunlaştırılmalıdır…” (Agy., s.26) diyen Konferans ve Merkez Komitesi, görevler arasında proletarya partisinin yeniden kurulması görevini baş köşeye oturtuyor ve güçlerin bu görev üzerinde yoğunlaştırılması gerektiğini vurguluyordu:
“… parti görevi faaliyetlerimizin odak noktasında yer almalıdır. Tüm görevlerimiz, partinin yeniden kurulması için yürütülen mücadeleye tabi bir biçimde ele alınmalıdır. Bu, mücadelenin perspektifine ilişkin temel bir sorundur.” (Agy., s.41) (Vurgular bana ait)
“… Partinin öncü rolü komünist bir hareketin her şeyden önce proletaryanın partisini kurma görevine sıkıca sarılarak diğer görevleri buna tabi olacak tarzda yürütmesini zorunlu kılar.” (PDPY, S.6, s.24) (Vurgular bana ait)
“… komünist hareketin doğuşundan sonra önündeki en temel sorun, kavrayacağı halka proletaryanın mücadelesinin örgütlenmesidir. Ki, bu da partinin oluşturulmasında cisimleşir. Partinin oluşturulması bilinçli bir çaba ve zorlu hazırlık mücadelesi ile mümkündür.” (Agy.) (Vurgular bana ait)
“1972 yılında örgütlü komünist hareketin yeniden doğmasıyla birlikte proletarya partisinin yeniden kurulması gündeme geldi … bugün, komünist hareketin gerek bilinç ve gerekse örgütlenmede ulaştığı düzey gelinen yerde proletarya partisinin yeniden kurulması meselesinin çözümünü gündeme getirmiştir (partinin fiilen kurulması anlamında – Benim notum). Bugün, bu görevin yerine getirilmesine sıkıca sarılmadan sınıf mücadelesinin diğer görevleri layıkıyla yerine getirilemez, proletaryaya ve diğer halk sınıflarına önderlik edilemez. Partinin yeniden kurulmasının tüm görevlerimiz içinde kavranması gereken halka oluşu buradan gelmektedir.” (Agy., s. 29) (Vurgular bana ait)
“1. Genel Konferans’ın belirlediği perspektifle, M-L Hareket, partinin yeniden kurulması görevini kavraması gereken halka olarak ele almakta, tüm faaliyetlerini bu görevin yerine getirilmesine tabi kılma anlayışıyla hareket etmektedir.” (Agy., s. 103) (Vurgular bana ait)
Ancak ne var ki, bu tespite rağmen, Konferans, bu sorunun sıkıca kavranması gereken halka olmasının pratikte ne gibi adımlar atılmasını gerekli kıldığını ve diğer görevlerle ilişkisini kavramada yetersiz kaldı. İdeolojik-siyasi inşa ve ideolojik-siyasi mücadele ayrımı yapan Konferans, Mao Zedung Düşüncesi’ni ve Çin Komünist Partisi’ni (ÇKP) Değerlendirme Kampanyası’nı açma kararı almasına rağmen, hareketimizin programının yeniden gözden geçirilmesine gerek olmayacağı önyargısıyla hareket etti; “inşa” görevlerinin tamamlandığını varsayarak ideolojik cephede gerekli olanın diğer fikir akımlarına karşı (gerçekte sadece Halkın Kurtuluşu’na karşı) “mücadele” olduğu sonucuna vardı. Şüphesiz ki bu yanlıştı ve bu kez de partinin kurulmasının şartlarının olgunlaştırılmasının ve bunun için teorik sorunların çözümünün taşıdığı önemi küçümsemenin bir sonucuydu. Mükemmeliyetçilik teorik tespitlerde yerini aceleciliğe bırakmıştı; ama pratik teoriye uymadı, uyamazdı.
Konferans söz konusu kampanyanın proletarya partisinin yeniden kurulmasının şartlarını olgunlaştırmada taşıdığı büyük ideolojik ve politik önemi kavramadı; diğer görevlerle ilişkisini kurmada, bu kampanyayı yerli yerine oturtmada yetersiz kaldı. Konferanstan bir ay kadar sonra Hamdi yoldaş (8) ideolojik alandaki görevlerin esas esas olduğunu ve Mao Zedung ve ÇKP’nin değerlendirilmesinin de bu görevler içinde esas alınması gerektiğini tespit etti ve hem XS’i hem X’i ikna etmeye çalıştı, ancak görüşü benimsenmedi. (9) Bu durum X’in 1979 Ağustos’undaki toplantısına kadar sürdü. Bundan sonra soruna gereken ilgi ve dikkat gösterildi. Sorunun etraflıca incelenip tartışılmasına önderlik etmede gösterilen yetersizliğe rağmen, kampanya başarıyla sonuçlandı. Hareketimiz kampanyanın taşıdığı büyük önemi ve hareketimizin çizgisinin gözden geçirilmesi gerektiğini bizzat kampanyanın içinde kavradı.
Partinin yeniden kurulmasının ideolojik ve politik şartlarını olgunlaştırmada bu kampanyanın taşıdığı önemi kavramakla birlikte, diğer görevlerin yerine getirilmesine ciddi bir yönelim olmadı. Örneğin, işçi sınıfının ileri kesimlerini ve devrimcilerin büyük çoğunluğunu ideolojik ve politik etkileri altında bulunduran ve Marksizm-Leninizm adına hareket etme iddiasında olan küçük-burjuva demokrat akımlara karşı dikkate değer bir ideolojik mücadele yürütülmedi. Halkın Kurtuluşu’nu eleştirmek için sosyoekonomik yapıya ilişkin bazı hazırlıklar yapıldıysa da yarıda kaldı. Bu, yapılan tespitlere rağmen, proletarya partisinin yeniden kurulmasının anlam ve öneminin kavranmadığını gösterir. Bunda söz konusu kampanyanın taşıdığı büyük önemin kavranması, dikkatlerin kampanya üzerinde yoğunlaşması ve mevcut programımızın ulaşılan sonuçlarla birçok bakımdan çelişmesi, eklektik bir durumun ortaya çıkması ihtimalinin belirleyici rolü olmuştur. Bu kampanya sonuçlanmadan ve hareketimizin programı gözden geçirilmeden diğer fikir akımlarıyla ciddi bir hesaplaşmaya girişmek mümkün değildi. Bu kaçınılmaz olarak böyleydi ve bu durumda hareket olarak başka türlü davranmamız mümkün değildi. Sağlıksız gelişmeler olabileceği kaygısıyla hareket etmeyip “MZD” ve ÇKP’nin Değerlendirilmesi Kampanyası ile hareketimizin programının gözden geçirilmesini tek bir kampanya olarak düzenlemiş olsaydık, bugün, proletarya partisinin yeniden kurulmasının şartlarını olgunlaştırma görevleri bakımından daha ileri bir durumda olurduk.
Proletarya partisinin yeniden kurulması görevini pratikte kavranacak halka olarak almamamızın bir diğer önemli nedeni de 1977’deki “Örgütsel Düzeltme Kampanyası”daki hatanın tekrarlanmasıdır. Bu kampanya, temel zaafımız olarak belirlenen kitlelerin mücadelesini örgütleme ve önderlik etme sorununa çözüm bulmak ve bu zaafımızı aşmak için düzenlenmişti. Yukarıda değinildiği gibi, bazı olumlu ilerlemelere rağmen, sonuç başarısızlık olmuştu. Konferans da aynı hataya düştü; temel zaafımızı aynı şekilde tespit etti:
“Örgütümüzün temel zaafı kitle mücadelelerini örgütleme ve buna önderlik etme alanındaki zayıflıkta kendisini ortaya koymaktadır…” (PDPY, S.5, s.64) (Vurgular bana ait)
“Hareketimizin kuruluşundan bu yana siyasi ve örgütsel alanda kendiliğindecilik [sic] esas hatamızı oluşturmaktadır…” (Agy.)
Burada, siyasi ve örgütsel alanda kendiliğindenlik, politik gelişmeler karşısında zamanında bilinçli-planlı tavır takınamama, kitle mücadelelerini örgütleme ve önderlik etmede yetersiz olma anlamında kullanılmaktadır.
Ancak hemen sonra ideolojik kendiliğindenliğin esas hata olduğu anlamına gelen sözler sarf edilmektedir:
“Hatalarımızın giderilmesi ancak doğru siyasi mücadele ve önderlik anlayışının (kazanılması vb. olmalı- Benim notum) ve hayata uygulanmasıyla sağlanabilir. Bu da ideolojik kendiliğindenciliğin [sic] yıkılmasıyla mümkündür…” (Agy.) (Vurgular bana ait)
Burada ideolojik kendiliğindenlikten ne anlatılmak istendiği pek açık olmamakla birlikte, bunu, ideolojik mücadelenin önemi ve sürekliliğinin kavranmaması olarak yorumlamak şu sözlerden dolayı mümkündür:
“Tartışma Kampanyası (1976’daki kampanya – Benim notum) sonrasında ise, ideolojik mücadelenin önemi ve sürekliliği kavranmadığından, kadrolarımızı ve kitleleri eğitmede yetersiz kaldık. Siyasi mücadelede derin bir kavrayışa sahip olmamamız, parti sorununu çalışmalarımızın odağına almayı önledi. …” (Agy., s.62) (Vurgular bana ait)
Çok doğru! İdeolojik mücadelenin öneminin ve sürekliliğinin kavranmaması, kaçınılmaz bir şekilde, diğer sınıf ideolojilerine karşı uzlaşmacılığı getirir; yabancı ideolojilerin etkilerinin muhafazasına yol açar. İdeolojik cephede böyle bir tutum, kaçınılmaz olarak, politik cephedeki tutumu etkiler, kurulu düzene karşı politik mücadeleyi zayıflatır; uzlaşmaz ve kararlı bir mücadele yürütülmesini engeller. Bu durum, kendini, politik mücadelenin araç, yöntem ve biçimlerinin ele alınışında gösterir. Örneğin, proletaryanın ekonomik ve toplumsal kurtuluşu için tayin edici bir öneme sahip olan partinin gerekliliği ve önemi kavranamaz; sözde ne söylenirse söylensin gerçekte kavranamaz. Hoş, zaten teoride de “önemlidir”, “gereklidir” vb. ifadeler kullanmaktan ileri gidilemez. Ama Lenin’in dediği gibi:
“İktidar mücadelesinde proletaryanın örgütten başka silahı yoktur. (…) proletarya, ancak çalışan milyonlarca insanı bir işçi sınıfı ordusu halinde kaynaştıran maddi örgüt birliğinden kuvvet alan Marksizm ilkeleri üzerindeki ideolojik birliği ile kaçınılmaz biçimde yenilmez bir güç haline gelebilir ve gelecektir.” (Bir Adım İleri İki Adım Geri, s.255) (Vurgular bana ait)
“İktidar mücadelesinde proletaryanın örgütten başka silahı” olmadığını kavramamak (Teorik olarak bilmemek değil, bilip de pratikte buna uygun davranmamak anlamında kavramamak) hareketimizin durumu açısından, proletarya partisinin yeniden kurulmasının en önemli görev olarak benimsenmemesinde kendini gösterir. İşte, zaten temel hatamız da “kitle mücadelelerini örgütleme ve buna önderlik etme alanındaki zayıflık” anlamında siyasi mücadele ve önderlik sorununu kavramamak değil, sınıf mücadelesine kuş bakışı bakıp, diğer görevlerin yerine getirilmesinde anahtar rolü oynayacak proletarya partisinin yeniden kurulmasını kavranacak halka olarak tespit edip diğer görevleri buna tabi kılmamak anlamında siyasi mücadele ve önderlik sorununu kavramamaktır. “Siyasi mücadelede derin bir kavrayışa sahip olmamamız, parti sorununu çalışmalarımızın odağına almayı önledi.” (PDPY, S.5, s.62) (Vurgular bana ait) cümlesinin ifade ettiği de budur. Doğru bir siyasi mücadele anlayışı, her şeyden önce, bu mücadeleye önderlik edecek temel aracın oluşturulmasının ilk görev olmasını gerekli kılar.
X’in, 1979 Ağustos Toplantısı’ndan sonra, Mao Zedung’u ve ÇKP’yi Değerlendirme Kampanyası’nı görevleri içinde yerli yerine oturtması ve pratikte buna uygun davranılması oldukça önemli ve olumlu olmasına rağmen, proletarya partisinin yeniden kurulması görevi ve bu görevin yerine getirilmesi hazırlıkları yeterince kavranmadı. Yani, hareketin esas dikkat ve enerjisinin bu görevin yerine getirilmesi üzerinde toplanması başarılamadı. Yukarıda bazılarına değinilen nedenlerin yanı sıra, bu görevin yerine getirilmesinde teorik sorunların öne çıktığı kavranmadı. 1980 Mart’ındaki XS toplantısında ve 1980 Mayıs’ındaki X toplantısında, Hamdi yoldaşın, ileri kadroların enerjisi anlamında, örgütün esas enerjisinin teorik sorunların (“MZD”nin hareketimiz üzerindeki etkilerinin ve Türkiye’nin somut durumunun daha yakından incelenmesi, diğer politik akımlara karşı teorik mücadele verilmesi ve tabii programın oluşturulması gibi) çözümüne verilmesi gerektiği görüşü X’in çoğunluğu tarafından yanlış bulundu. Hatta bir yoldaş daha da ileri giderek, kavramları da yerinde kullanmayarak, bu görüşü ilkel, amatör ve tehlikeli buldu. Bu görüşe karşı çıkan yoldaşların temel gerekçeleri politik bir örgütün esas enerjisinin dolaysız sınıf mücadelesine verilmesi gerektiğiydi. Aksi takdirde sınıf mücadelesine duyarsız, yabancılaşan bir örgüt haline gelinebilirdi. Bir başka yoldaş teorik sorunların ağır basıp basmayacağı, eğer öyle olursa, bunun örgütsel sorunlarla nasıl birleştirileceği konusunda kafasının açık olmadığı noktasında tereddüde düştü. Bir diğer yoldaş ise, Rusya Marksist hareketinin 1903’e kadarki tecrübesini örnek göstererek, “teorik-siyasi sorunlara” ağırlık verilmesini doğru buldu. Ürün çıkarabilecek kadroların ve X’in esas enerjisini buna vermesi gerektiğini belirtti. Hamdi yoldaşın görüşü, ileri kadroların yeteneklerini ve genel seviyelerini yeterince dikkate almamakla eleştirilebilir, programın oluşturulması ve diğer politik akımlara karşı ideolojik ve politik mücadele yürütülmesi görevlerini üstlenebilecek ileri kadroların sınırlı olduğu belirtilebilirdi. Bazı yoldaşlar bunu belirttiler; ancak sorunun özü olan teorik sorunlara ağırlık verilmesi gerektiği X’in çoğunluğu tarafından kavranmamıştı. Burada teorik inşa ve teorik mücadele ayrımı yapılamayacağını belirtmeliyim. Çünkü teorik sorunların çözümü anti-Marksist görüşlere karşı mücadeleden soyutlanamaz. Örneğin, hareketimiz karşı karşıya bulunduğu teorik sorunları özellikle “MZD”ye karşı mücadele içinde çözmeye çalışıyor. Küçük-burjuva bir akımın görüşlerini eleştirebilmek için ille “MZD”nin hareketimiz üzerindeki etkilerinin araştırılması, incelenmesi ve tartışılmasının bitmesi gerekmez. Kesin hesaplaşma anlamında (Örgütleri çökertmek anlamında değil, ideolojik olarak tepelemek anlamında. Tabii bu arada bazı örgütler dağılabilir.) ülke içindeki politik akımlara karşı yoğun teorik mücadele, karşı karşıya bulunduğumuz teorik sorunların esas olarak çözümünü gerekli kılar şüphesiz.
İşçi sınıfına, onun ileri unsurlarına, diğer emekçi kitlelere ve devrimcilere, bir an önce, “İşte bizi ekonomik ve toplumsal kurtuluşa götürecek program budur; diğer devrimci örgütlerin programları bizim azami hedef ve amaçlarımızı karşılamaz; bu programı gerçekleştirmek için hareketimizin kızıl bayrağı altında toplanın” diyebilmemiz için teorik sorunların kesinlikle ağır bastığı bir dönemden geçtiğimizi iyice kavramalıyız. Ama 1980 Mayıs’ındaki görüşleri açısından X’in çoğunluğu, böyle yapmakla sanki sınıf mücadelesinden kopulacakmış, sanki teorik sorunların çözülmesi sınıf mücadelesinin bir parçası değilmiş, sanki dolaysız sınıf mücadelesine hizmet etmeyecekmiş gibi yanlış düşüncelere kapılmış ve esas dikkatin dolaysız sınıf mücadelesinde atılacak adımlara gösterilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu yoldaşlar teorinin pratiğin hizmetinde olduğunu unutmuşa benziyorlardı. Marksizm proletaryanın dünyayı anlayıp değiştirilmesine hizmet eden bir teoriden başka nedir ki? 1980 Şubat’ında yayımlanan PDPY’nin 6. Sayısında “… teorik mücadeleye büyük ağırlık (Hem de büyük!) verilmesi gereken günümüz şartlarında …”, denmesine rağmen, bırakınız büyüğünü, ağırlık verilmesi bile yanlış bulunuyordu.
Lenin benzeri bir yanlış görüşü “Ne Yapmalı?” adlı broşürde eleştirir. Marx’tan “İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme bir düzüne programdan daha önemlidir”, alıntısını yapar ve hatırlayabildiğim kadarıyla, teorik sorunların çözümünün gündemde olduğu şartlarda bu sözü ileri sürmenin yanlışlığını sergiler. Zannedersem hemen biraz sonra da Engels’ten şu alıntıyı yapar:
“Genel olarak bir partinin resmi programının daha az önemli olduğu doğrudur. Ama yeni bir program herkesin gözü önünde yükseklere çekilen bir bayrak gibidir ve herkes parti hakkındaki hükmünü buna göre verir.”
Lenin, teoriyi küçümseyen, hatta reddeden sosyalist-devrimcileri eleştirirken şöyle der:
“Bizce, teorinin olmayışı, devrimci bir akımın var olma hakkını ortadan kaldırır ve onu eninde sonunda kaçınılmaz olarak siyasi iflasa mahkûm eder. Sosyalist-devrimcilere göre ise, teorinin olmayışı ‘birlik için’ en bulunmaz ve en elverişli bir durumdur.” (Devrimci Maceracılık Makalesi) (Vurgular bana ait)
İşte teori bu denli önemlidir; hele Türkiye proletaryasının politik öncüsünün yeniden kuruluşu sürecinde. Dolaysız sınıf mücadelesine bilinçli bir müdahale yerine onun akıntısına kapılıp gitme anlayış ve pratiğinin var olduğu ve hareketimizin gündeminde proletarya partisinin yeniden kuruluşu gibi kilit bir sorunun bulunduğu şartlarda Lenin’in aşağıdaki sözleri son derece öğreticidir:
“Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz. Oportünizmin propagandasının, pratik eylemin dar biçimlerine gönül kaptırmayla el ele gittiği bir zamanda bu fikir üzerinde ne kadar dirensek yeridir. Üstelik Rus sosyal-demokratları için teori, çok defa unutulan başka üç nedenden ötürü de önemlidir. Birincisi, partimizin henüz kurulma sürecinde bulunuşu, ayır edici çizgilerinin henüz belirli bir hal almakta oluşu, hareketi doğru yoldan saptırmaya çalışan öteki devrimci fikir akımlarıyla henüz kozunu paylaşmamış oluşu. …” (Ne Yapmalı? s.33) (Vurgular bana ait)
Lenin’in bunları yazdığı tarihi şartlarda (“Ne Yapmalı?” 1902’de yazıldı) Rusya devrimci hareketinde oportünist eğilimler yükseliyordu. Bu durum teoriye verilen, verilmesi gereken önemi çok daha artırıyordu. Oportünizm Türkiye’de de yıllar boyu süren bir yükselme izlemedi mi? İşçilerin, diğer emekçi kitlelerin ileri unsurlarının ve devrimci-demokratların ezici çoğunluğunun küçük-burjuva devrimci örgütlerin peşinden gittiği doğru değil mi? Bu durum Lenin’in yukarıdaki sözlerinden çok büyük dersler çıkarmamızı gerektirmez mi? Hem de nasıl! Devrimci teori ile donanmamış, Rus devrimci atılımından yoksun bir parti hiçbir zaman güçlü olamaz; bırakınız devrime önderlik etmeyi varlığını bile koruyamaz; Lenin’in dediği gibi “eninde sonunda kaçınılamaz olarak siyasi iflasa mahkûm” olur.
X üyesi yoldaşların çoğunluğu, programın oluşturulmasıyla partinin kurulması ilişkisini yeterince kavrayamamıştı. Bu yoldaşlar dolaysız sınıf mücadelesinin gelişimine kapıldıklarından dolayı, partinin yeniden kurulması görevini yine kendiliğinden (Bu sözcük bilinçli-planlı olmama anlamında kullanılmaktadır) bir şekilde ele alıyorlardı. Bıkıp usanmadan eleştirdiğimiz ancak kendisine karşı pratikte ciddi bir mücadele veremediğimiz kendiliğindenlik, kendiliğinden hareketin peşinden sürüklenip gitme, bizi kendine mahkûm etmeye devam ediyordu. Teorik sorunların ağır bastığı bir dönemden geçtiğimiz anlaşılmaz ve hareketimizin çalışmaları bu gerçeği dikkate alarak düzenlenmezse mahkûm olmaya devam edeceğiz demektir. İşçi sınıfı partisinin henüz kurulmadığı şartlarda komünistlerin en başta gelen görevinin partiyi kurmak olduğu, bütün görevlerin buna tabi kılınması gerektiği ve partinin kurulması için de ilk işin programın oluşturulması gerektiği kabul edilir. Peki ama programın oluşturulması kaçınılmaz olarak neyi gerektirir? Bu soruya “teorik sorunların ağır basmasını” cevabı verilmediği takdirde proletarya partisinin yeniden kuruluşu Allah’a (!) bırakılmış demektir. Ne kadar iyi niyetli olursak olalım bu böyledir.
İdeolojik birlik ancak bir program aracılığıyla sağlanabilir ve bu birliği yaratmak için de programın oluşturulması işine, başka bir deyişle teorik sorunların çözümüne, dört elle sarılmak gerekir. Ortak bir program temel görüşlerin polemiğine son verir. Programın henüz oluşturulmamış olması, partinin henüz kurulmamış olması komünist bir örgütün işçi sınıfı hareketi ile sağlam bağlar kurmaya yönelmesini engellemez. Ancak, ne var ki, program olmadan, programın işçi kitleleri tarafından kendi politik tecrübeleri ile benimsenmesi gerçekleşmeden, komünist hareket ile işçi sınıfı hareketi arasında kuvvetli bir ilişki oluşmaz. Marx’ın dediği gibi, “İşçilerin kurtuluşu, bizzat işçilerin eseri olmalıdır.” Bu eseri meydana getirebilmeleri için, işçilerin politik iktidarı ele geçirmeleri ve ekonomiyi sosyalist tarzda örgütlemeleri gerekir. Eğer proletarya bu eserin yaratılması için iktidarı ele geçirmeye yönelik dolaysız sınıf mücadelesi vermiyorsa, proletaryanın politikası gerçekte bağımsız değildir. Peki ama politikasının bağımsız olabilmesi için, mücadelesinin hedef ve amaçları hakkında proletaryanın berrak bir görüşe sahip olması gerekmez mi? Gerekir şüphesiz. Bunu da “işçi sınıfının savaşımının hedef ve amaçlarının kısa ve bilimsel bir biçimde ortaya konması” olan program sağlar. İşte, proletaryanın dolaysız mücadele verebilmesi için, yani bağımsız bir sınıf politikası izleyebilmesi için, Marksist-Leninist teorinin ışığında mücadelesinin hedef ve amaçlarının açık seçik olarak önüne konulması demek olan programın oluşturulması partinin kuruluşu için yerine getirilmesi gereken ilk görevdir.”
“(…) bir işçi partisinin programı işçi sınıfının savaşımının hedef ve amaçlarının kısa ve bilimsel bir biçimde ortaya konmasıdır. Program proletaryanın devrimci hareketinin nihai hedefini belirlediği gibi partinin bu nihai hedefe yürürken gerçekleştirmesi için savaşım yürüttüğü istekleri de belirler. Bu nedenle program tasarısını hazırlama işi birinci derecede önem taşıyordu.” (Bolşevik Parti Tarihi, s.52) (Vurgular bana ait)
Rusya’da 1895-1903 yılları arasında, hatta 1905 yılı başlarına kadar, Rusya Marksist hareketinin özel durumundan dolayı, çeşitli çevre ve örgütlerin ve 1898’de kurulan Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (RSDİP)’in dağınık örgütlerinin birleştirilip birleşik bir parti kurulması sorunu temel görev olmuştur. Plekhanov’un 1884 ve 1887’de ortaya koyduğu programları saymazsak, 1895’te Lenin Program Tasarısı hazırladığı ve 1896’da da yorumunu yaptığı halde 1898’de yapılan Birinci Kongre’de gerçek bir parti yaratılamadı, gruplar dönemi devam etti. Gerçek bir parti yaratılıp gruplar dönemine son verilemedi; çünkü program ve taktiklerin temel sorunlarında birlik sağlanamamıştı. Daha sonraları “Iskra” grubunun kurulması ile birleşik bir parti kurulmasının önündeki esas engel olan ekonomizme karşı Lenin’in önderliğinde verilen mücadele sonucu 1903’deki İkinci Kongre’de birleşik bir parti yaratıldı ve gruplar dönemi sona erdi. Lenin’in 1903 Ekim’inde belirttiği gibi, bütün bu dönem (1895-1903) teorik sorunların ağır bastığı bir dönem oldu:
“Rus sosyal demokrasisi henüz çok gençtir. Teorik sorunların ağır bastığı başlangıç durumundan henüz yeni çıkmıştır.” (RSDİP’in Görevleri Makalesi, RSDİP’in Kuruluşu, Günce Yayınları, s.72) (Vurgular bana ait)
Lenin, gruplar döneminin nedenleri ve partinin gerçekten kuruluşu üzerine şunları söyler:
“Program ve taktiklerin temel sorunlarında birlik sağlamadığımız için, bir dağınıklık ve ayrı ayrı gruplar dönemini yaşadığımızı açıkça kabul ettik, birleşmeden önce sınır çizgilerinin çekilmesi gerektiğini açıkça ilan ettik; birleşik örgüt biçimlerinden söz bile etmedik, ama program ve taktikler üzerine, oportünizmle savaşın özellikle yeni (o tarihlerde gerçekten yeni) sorunlarını tartıştık. Şimdi hepimizin görüş birliğinde olduğu üzere, parti programında ve taktiklere ilişkin parti kararlarında formüle edildiği gibi, bu savaş yeteri ölçüde birlik sağladı; ikinci adımı atmak zorundaydık ve bütün grupları bir araya getirip içinde eritecek birleşik bir örgüt biçimini (Vurgu yazara ait) oluşturarak, oybirliğiyle bu adımı attık.” (Bir Adım İleri İki Adım Geri, s. 223) (Vurgular bana ait)
Niyetim, 1890’ların sonlarıyla 1900’lerin hemen başlarındaki Rusya Marksist hareketiyle 1970-1980’lerin Türkiye Marksist hareketi arasında gelişigüzel ve kaba paralellikler kurmak değildir kuşkusuz. Amacım, proletarya partisinin mevcut olmadığı şartlarda, komünistlerin karşı karşıya bulundukları görevlere nasıl yaklaşmaları gerektiğinin anlaşılmasını sağlamaktır.
Proletarya partisinin yeniden kurulmasının temel görev olduğundan sık sık bahsetmek, partinin kuruluşu için doğru ve somut tespitler yapıp pratikte buna uygun davranılmadığı sürece, gök kubbede hoş bir seda bırakmaktan başka bir işe yaramaz. Söz ile eylem arasında uygunluk gerekir; bu uygunluk sağlanamadığı müddetçe dilimizle kuş tutsak nafile! Proletarya partisinin yeniden kurulmasının bugün komünistlerin temel görevi olduğu tespiti, bu dönemin partinin kurulması için ilk iş olan programın oluşturulması için teorik sorunların ağır bastığı bir dönem olduğu tespiti ile birleşmez ve buna uygun davranılmazsa içi boş bir sözden, eyleme dönüşmeyecek bir sözden öte bir anlam taşımayacaktır.
Bugün proletarya partisinin yeniden kurulması bütün diğer görevlerin tabi kılınması gereken temel görevse, bu görevin yerine getirilmesinde teorik sorunlar ağır basıyorsa, ki öyledir, hareketimizin esas dikkat ve enerjisi kesenkes bu teorik sorunlar üzerinde toplanmalıdır. Bu, hareketimizin sınıf mücadelesi yürüten politik bir örgüt olmasıyla çelişmediği gibi, proletaryanın sınıf mücadelesinin doğru yolda ilerleyebilmesi için kesin bir zorunluluktur da. Teorik tartışma yapan bir örgüt haline mi geleceğiz? Dolaysız sınıf mücadelesine yabancılaşmaz mıyız? Hatta görevler arasındaki ilişkiyi kavramada yanlışlıklar yapmak korkusundan ziyade, böyle yaparsak başka örgütler ne der? Bizi akademik tartışmalar yapan bir kulüp gibi sunmazlar mı? vb. kaygılar bizden uzak dursun. Biz doğru yolda yürüyelim de politik hasımlarımız bizi yanlış yola sokmak için çabalarını isterlerse hiç eksik etmesinler.
--------------
DİPNOTLAR
(1) 14 Nisan 2024 tarihli not: Bu yazı 43 yıl önce, 14 Nisan 1981 tarihinde, fiilen örgütten tasfiye edildiğim dönemde yazıldı. Görevlerinden alınmış ve bütün haklarından yoksun bırakılmış bir komünist-devrimci olarak kendime verdiğim ideolojik ve teorik görevleri yerine getirmeyi sürdürdüm. Eylül 1980 sonundan Mayıs 1981’e dek beni örgütlü pratik savaşımdan alıkoyan yöneticilere iletilen yazının gereken ilgiyi görüp görmediği hakkında dolaysız olarak bilgi sahibi değilim. Sonraki yılların deneyiminin tanıklığı yazının gereken ilgiyi görmediğini gösteriyor.
Yayımlanmak için yazılmamış olan bu yazıyı, Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin tarihine ve komünist hareketin gelişme aşamalarına, özel olarak da proletarya partisinin kuruluşu sorununa, ilgi duyanların eleştirel irdelemesine sunuyorum. Özellikle bütün kuşaklardan komünist-devrimcilerin ve komünizm sempatizanlarının yazıya gereken ilgiyi göstermeleri dileğimdir.
(2) 14 Nisan 2024 tarihli not: Türkiye Komünist Partisi (Marksist-Leninist) Hareketi, kısaltılmış adıyla TKP (M-L) Hareketi. Nisan 1979’da toplanan Birinci Konferans’a kadar örgütün en yüksek organı olan Koordinasyon Komitesi, örgütün parti olmadığı gerçeğini anlatmak için, “Hareket” kavramını kullanma kararı aldı. Halbuki “hareket” kavramı “parti”, “örgüt” vb. kavramlardan çok daha geniş bir anlam taşır. Örneğin, parti-öncesi dönemde komünist hareket birçok grup, çevre vb. oluşabilir.
(3) 14 Nisan 2024 tarihli not: “Akımlar” değil, “örgütler” olmalı. Burada “akım” ve “örgüt” ayrımı tartışmasına girmeyeceğim. Yalnızca “akım” kavramının sosyal bilimlerde daha geniş bir anlam taşıdığını belirtmekle yetineceğim. Okura bu ayrımı göz önünde tutarak yazıyı okumasını öneririm.
(4) 14 Nisan 2024 tarihli not: “Koordinasyon Komitesi” kastediliyor.
(5) 14 Nisan 2024 tarihli not: Yanılmıyorsam “Proleter Devrimci Partinin Yolu” Dergisi (Bundan sonra PDPY) 8 kez yayınlandı. Arşivimde şu sayıların fotokopileri var: 2,3,4,5 ve 6. 1978’de yayın yaşamına başlayan “Partinin Yolu” Dergisinin 1. ve 2. Sayılarının sahibi olarak görevlendirilen Hayrabet Honca 1 Mayıs 1980’de faşist katiller tarafından katledildi. Hayrabet Honca 1 Ağustos 1978 hizbi tarafından örgütlenen bölünmede hizip içinde yer aldığı için, “Partinin Yolu” yayın yaşamını “PDPY” olarak sürdürdü. Derginin Kasım 1978’de çıkarılan 3. ve Mart 1979’da çıkarılan 4. Sayılarının sahipliği görevini Nuri Akyol, 6. Sayının sahipliği görevini ise Fevzi Karaca üstlendi. 3. ve 4. Sayıların Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü’nü de Cafer İmak yaptı. Fevzi Karaca ve Cafer İmak da artık aramızda değiller. Hayrabet’in, Fevzi’nin, Cafer’in ve PDPY Dergisi’nin yayın yaşamını sürdürmesi için yazı işleri müdürlüğü görevlerini yerine getiren herkesin devrim ve sosyalizm savaşımına değişen derecelerde yaptıkları katkıları belirtmeyi bir görev bilirim.
(6) 14 Nisan 2024 tarihli not: Köşeli parantezli ifade metnin orijinalinde mevcuttur.
(7) 14 Nisan 2024 tarihli not: Bu kampanyayı 1977 Haziran’ında örgütlenen, TKP (M-L) Hareketi’nin tarihinde yeni bir aşamayı temsil eden, “İleri Militanlar Toplantısı” başlattı.
Burada toplantıya ilişkin birçok anı içinden birine değinmek isterim. Toplantı bir köy evinin oldukça geniş bir odasında (!) yapıldı. Haber saatleri geldiğinde oturma odasında olan radyonun yeri toplantı yapanların dinlemeleri için değiştirildiği için, evini bize açtığından habersiz olan ağabeyimiz/amcamız “Yahu bu radyonun yeri neden değişti”, diye şikâyet edermiş. Bu yazıyı yayıma hazırlarken, 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesinden sonra gözaltına alınarak birkaç ay, oğlunun deyişiyle, “eziyet edilen”, oğluna “Bunların eline sağ geçme” tavsiyesinde bulunan, artık aramızda olmayan o köylü taraftarımızı bir kez daha anımsadım. Ona ve onun gibi nice özverili taraftarımıza teşekkür ediyor, onları saygıyla anıyorum. Bu vesileyle “politik hovardalığa”, “vefasızlığa” ve “nankörlüğe” karşı tepkimi bir kez daha vurgulamak isterim.
(8) 14 Nisan 2024 tarihli not: Kastedilen A. H. Yalaz’dır.
(9) Mao Zedung’un ve ÇKP’nin Değerlendirilmesi Kampanyası’nı başlatan “Marksizm-Leninizm’in Saflığını Koruyalım, Proletaryanın Kızıl Bayrağını Yükseklerde Tutalım” başlıklı yazının XS’de ele alındığı sırada ve X’in 1979 Haziran’ında yapılan toplantısında bu sorun tartışıldı. Tartışmalar sonucu şu tespitler yapıldı:
“İnceleme çalışmalarımızı yürütürken bu çalışmanın diğer görevlerimizle (ideolojik, siyasi, örgütsel) bağını da kurmak önemlidir. Ele aldığımız sorun çözülünceye kadar, ideolojik alandaki çalışmalarımız içinde dikkatimizi bu sorunu incelemede toplamalıyız. Proletarya partisini yeniden kurma mücadelesinde mevcut durumda örgütsel hata ve zaaflarımızı alt etmeyi çıkış noktası olarak alan hareketimiz …” (s.1) (Vurgular bana ait)