14 Mayıs 2023 Seçimlerinde Komünist-Devrimci Tutum
Gönderen komdev - April 28 2023 22:13:07
14 Mayıs 2023’te hem Türkiye Cumhuriyeti ‘cumhurbaşkanlığı’ makamı, hem de Türkiye Büyük Millet Meclis (bundan böyle TBMM ya da parlamento) üyelikleri için seçimlerin yapılacağı açıklandı. Bu seçimler cumhurbaşkanlığı kurumunun başına kimin seçileceği ve parlamento üyelerinin kimler olacağının belirlenmesinin ötesinde anlam taşıyorlar. Söz konusu olan, aynı zamanda, Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasında kapitalist politik egemenliğin, devletin alacağı biçimin oylanmasıdır da: “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen başkanlık sistemi korunacak mı, yoksa parlamenter sisteme dönüş süreci mi başlatılacak? Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi bu soruya da yanıt verecektir. Var olan politik ortam, aşağıda açıklanacağı gibi, komünist-devrimcilerin iki farklı taktik tutum takınmalarını gerektirmektedir. Şimdilik şu noktayı vurgulamakla yetineyim: Devlet başkanlığı için yapılacak seçimle parlamento üyelikleri için yapılacak seçimlere teorik ve politik-pratik yaklaşım arasında ayrım yapmak gerekir. Cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu olduğunda taktik tutum hiçbir adayın desteklenmemesi olurken, parlamento seçimlerinde yalnızca komünist-devrimci adayların desteklenmesi olmalıdır.
Haber Metni
14 Mayıs 2023’te hem Türkiye Cumhuriyeti ‘cumhurbaşkanlığı’ makamı, hem de Türkiye Büyük Millet Meclis (bundan böyle TBMM ya da parlamento) üyelikleri için seçimlerin yapılacağı açıklandı. Bu seçimler cumhurbaşkanlığı kurumunun başına kimin seçileceği ve parlamento üyelerinin kimler olacağının belirlenmesinin ötesinde anlam taşıyorlar. Söz konusu olan, aynı zamanda, Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasında kapitalist politik egemenliğin, devletin alacağı biçimin oylanmasıdır da: “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen başkanlık sistemi korunacak mı, yoksa parlamenter sisteme dönüş süreci mi başlatılacak? Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi bu soruya da yanıt verecektir. Var olan politik ortam, aşağıda açıklanacağı gibi, komünist-devrimcilerin iki farklı taktik tutum takınmalarını gerektirmektedir. Şimdilik şu noktayı vurgulamakla yetineyim: Devlet başkanlığı için yapılacak seçimle parlamento üyelikleri için yapılacak seçimlere teorik ve politik-pratik yaklaşım arasında ayrım yapmak gerekir. Cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu olduğunda taktik tutum hiçbir adayın desteklenmemesi olurken, parlamento seçimlerinde yalnızca komünist-devrimci adayların desteklenmesi olmalıdır.

Bu yazıda politik partiler vb. arasındaki ittifakların (bağlaşıklıkların) ayrıntılı sayılabilecek politik analizine (çözümlemesine) girmeksizin komünist-devrimci hareketin taktik tutumunun ne olması gerektiğine ilişkin görüşlerimi açıklayacağım. Burada vurgulamakla yetineyim ki, ideolojik-politik olarak gerici ve sosyal-reformist ittifakların rol oynadıkları seçimlerdir tartışma konusu olan. Bu seçimlerde kapitalist ekonomik sistemi savunan ve bu sistemi en iyi kendilerinin temsil edecekleri ve yönetecekleri savında olan iki gerici ittifak, kendilerine verdikleri isimlerle “Millet İttifakı” ve “Cumhur İttifakı” başrol oyuncularıdırlar. Diğer şeylerin yanı sıra, her iki ittifak da ağırlıklı olarak emperyalist devletlerle, diğer emperyalist örgütlerle ve emperyalist sermaye ile işbirliğini savunan ve kurduğu ilişkilerle övünen partilerden oluşuyorlar. Vurgulanmalıdır ki, bu iki ittifakın bileşenleri Kürt ulusunun hakları, en başta da kendi politik yazgısını kendisinin belirleme hakkı konusunda şoven Türk milliyetçiliğine dek varan düşman bir politik-kültürel “Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyen kimi sosyal-reformist parti ve grupların oluşturdukları ittifaklar yardımcı oyuncu rolüyle yetinmektedirler. Yardımcı oyuncu olmasına karşın “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın seçimin sonucunu belirleyecek anahtar ittifak olacağı anlaşılmaktadır. Diğer ittifakların ve partilerin oynayabilecekleri rolleri şimdilik bir yana bırakıyorum.

Genel olarak devletin, özel olarak da devlet-içi kliklerin (kimilerinin “derin devlet” olarak tanımladıkları devlet-içi örgütlenmelerin) ve var olan politik rejimin analizini de yapmayacağım. Birinci dipnotta gönderme yapılan yazılarda bu görev genel çizgileriyle yerine getirildi. Burjuva ve küçük-burjuva politik güçlerin savundukları “güçlendirilmiş” parlamenter sistemin analizi de bu yazının görevleri arasında değildir.

Başta Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya Federasyonu olmak üzere, emperyalist devletlerin ve Avrupa Birliği vb. emperyalist örgütlerin seçimleri etkileme olasılıkları ve girişimleri üzerinde de durulmayacaktır.

Sorun teorik olarak nasıl ele alınmalı?
Kapitalist devlet hiyerarşisinin anayasal-hukuksal tepe noktası olan cumhurbaşkanlığı makamı seçimi söz konusu olduğunda vurgulanması ve karıştırılmaması gereken şudur: Üyelerden oluşan temsili bir devlet organına üye seçimi yapılmıyor. Sosyalizm savaşımımda bir kürsü olarak kullanılabilecek bir burjuva politik kuruma, örneğin parlamento, belediye meclisi vb. üye seçimi değildir söz konusu olan. Devleti temsil eden bir kurumla/devlet organıyla, devletin organı olup da seçmeni “temsil eden” üyelerden oluşan bir kurumu birbirine karıştırmamak gerekir. Örneğin, parlamento devletin bir organıdır ama anayasal-hukuksal olarak devleti temsil etmez. Devlet başkanlığı ise devlet hiyerarşisinde devletin en üst temsil makamıdır. Burjuva parlamentosuna seçilen bir parlamenter/üye politik-hukuksal olarak kapitalist devleti temsil etmez ama devlet başkanı eder.

Kapitalist sömürünün sürdürülmesinin temel politik aleti olan kapitalist devletin başına kimin geçeceği sorunu komünist-devrimcilerin sorunu olamaz. Bu saptama hangi adayın seçileceğine ilişkin olarak kayıtsız kalmak anlamına gelmez. Komünist-devrimciler, devrim ve sosyalizm için savaşımda, kapitalist devletin aldığı ya da alacağı politik rejimin karakterine ya da biçimine kayıtsız kalmazlar. Yürütmenin var olana göre güçlendirilmesi ya da politik gücün daha da merkezîleşmesi ve yoğunlaşması, hem genel olarak özgürlük ve sosyalizm savaşımını, hem de kapitalist sistem içinde sömürülen ve ezilen toplumsal sınıf ve sınıf katmanlarının yaşamlarının iyileştirilmesi için yürütülen savaşımı olumsuz olarak etkiler.

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Komünist-devrimciler kapitalist devlet hiyerarşisinin en yüksek makamına hiçbir zaman aday olmazlar mı? Şöyle de sorulabilir: Komünist-devrimciler hangi koşullarda kapitalist devlet hiyerarşisinin en yüksek makamına aday olma kararı alabilirler? Yanıtım: Komünist-devrimci hareket devrimci durum koşullarında kapitalist devletin başkanlığı için yapılan seçimlerde aday çıkarabilir. Kapitalist devleti temsil etmek ya da yönetmek için değil, onun yıkılışını hızlandırmak ve yerine sosyalist bir cumhuriyetin kuruluşunun koşullarını olgunlaştırmak için.

14 Mayıs 2023 seçimlerine ilişkin olarak sorulması ve yanıtlanması gereken soru şudur: Genel olarak kapitalist sömürü ve baskıya karşı her türlü savaşımın, özel olarak da devrim ve sosyalizm savaşımının, yürütülmesi için en uygun politik koşulların var olabileceği burjuva politik rejim (ya da devlet biçimi) verili koşullarda hangisidir? Bu soruya yanıtım şöyledir: “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ile karşılaştırıldığında, gerici de olsa, kapitalist parlamenter sistem hem politik hakların kullanılabilmesi ve devrimci politik istemler için savaşımda hem de kapitalist sistem içinde işçi sınıfı ve diğer emekçilerin yaşamlarının iyileştirilmesi bakımından daha uygun koşulları sağlar. Neden? “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nde toplumsal süreçleri, özel olarak işaret etmek gerekirse politik karar alma süreçlerini, parlamento-dışı ve parlamento-içi müdahalelerle etkileme olanağı oldukça sınırlıdır. Parlamenter sistemde ise, diğer etmenlerin yanı sıra, yeniden seçilme kaygısı olan parlamenterleri, gerek parlamento-içi gerekse parlamento-dışı söz ve eylemle etkilemek görece kolaydır.

Komünist-devrimciler devrim için savaşımla reformlar için savaşımı birlikte yürütürler. Halkın yaşamının iyileştirilmesi için savaşımı ertelemezler, erteleyemezler. Devrim ya da devrimci durum gibi büyük toplumsal değişimler ender olarak yaşanır ama kapitalist sömürü ve baskının sınırlandırılması günlük ekonomik ve politik savaşımın konusudur. Bu amaçla kapitalist devletin kimi kurumlarından halkın ekonomik, politik, sosyal ve kültürel çıkarlarını savunmak için yararlanmak gerekir. Örneğin, bu kurumlar Sosyal Güvenlik Kurumu, İşsizlik Sigortası Fonu gibi kurumlar olabileceği gibi, Kızılay ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) gibi kurumlar da olabilir. Sözün özü, parlamentodan, merkezi ve yerel devlet bürokrasisinden, yerel yönetimlerden ezilenlerin ve sömürülenlerin çıkarlarını savunmak ve gerçekleştirmek için en büyük ölçüde yararlanmak gerekir.

Sosyalist devrimci çalışmada hiçbir zaman unutulmaması gereken odur ki, sömürülenlerin ve ezilenlerin yaşamlarının iyileştirilmesi için her günkü savaşım olmaksızın büyük toplumsal altüst oluşlar gerçekleşmez. Sabırla yürütülen “sıkıcı” günlük ekonomik ve politik savaşımlar olmaksızın devrimin öznesi olan kitlelerle, özellikle işçi sınıfıyla, kitlesel bağlar kurulamaz; komünist-devrimci politik bir işçi sınıfı hareketi ve dolayısıyla komünist-devrimci bir parti kurulamaz.

Sorun pratik-politik olarak nasıl ele alınmalı?
Cumhurbaşkanlığı seçimi kapitalist devlet hiyerarşisi içinde şiddet kullanma tekeline ya da yetkisine sahip olacak devlet organlarının kime karşı sorumlu olacağının belirlendiği bir seçim olacaktır. Burjuva anlamda bile demokratik olmayan parlamenter sistem içinde görece sınırlı yetkileri olan bir cumhurbaşkanı değil, yürütme gücü tekelini elinde bulunduran ve yasama ve yargı güçlerini birçok bakımdan etkileme olanaklarına sahip olan bir devlet başkanı seçilecektir. Örgütlenmiş şiddet olan devletin silahlı kuvvetlerinin sözde başkomutanının kim olacağının da belirlendiği bir seçimdir söz konusu olan.

Kapitalist sınıfın değişik katmanları tarafından sömürülen ve ezilen seçmenlere şu ya da bu kapitalist katmanların (isterseniz fraksiyonlarının deyiniz) politik temsilcileri olan partilerin oluşturdukları ittifaklardan birini ya da birkaçını destekleme çağrısı yapılması komünist-devrimci sınıf tutumu bakımından kabul edilemez. Sosyalizm gibi toplumsal ülküsü/davası olmayan seçmen için, ideolojik-politik eğilim olarak kapitalist sistemin sınırları içinde kalan bir adaya oy vermek anlaşılırdır. Anlaşılır olmayan ve kabul edilmez olan, geçmişte böyle bir davaya sahip olduğu savında olanların ve bu savı sürdürdüğünü söyleyenlerin böyle bir adaya oy vermeleri ve bu yönde propaganda ve ajitasyon yapmalarıdır. Böylesi politik oportünist tutum, işçi sınıfı başta olmak üzere sömürülenlerin ve ezilenlerin demokratik ve sosyalist politik eğitimleri, bilinçlenmeleri ve örgütlenmeleri bakımından zararlı etkiler yapar.

Burada kimi sol eğilimli çevrelerde de etkisi görülen “halk bunaldı”, “biraz olsun nefes almak istiyor” vb. gerekçelerle Kılıçdaroğlu’na oy verilmesi gerektiği eğilimi üzerinde kısaca durayım. Böylesi bir gerekçeyle ideolojik-politik, kültürel ve ekonomik olarak gerici olan “Millet İttifakı”nın adayı desteklenemez. Sosyalistler de bunaldı ama böylesi bir durum ilkesel ideolojik-politik duruşu terk etmeyi gerektirmez. Şimdilik vurgulamakla yetineyim ki, Kılıçdaroğlu’na oy vermek sözü edilen ittifakı oluşturan diğer partilerin genel başkanlarına ve Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a da oy vermek demektir. Onlar, Kılıçdaroğlu gibi burjuva-liberal olarak değerlendirilebilecek İmamoğlu dışında, politik olarak gerici potansiyel cumhurbaşkanı yardımcılarıdırlar. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu dahil, adayların hepsi de değişen derecelerde Türk milliyetçisi ideolojik eğilime sahiptirler. On ikiden vurulması gereken politik düşmanın “Cumhur İttifakı” ve onun adayı “politik İslamcı” Erdoğan olması ehven-i şeri tercih etme gibi politik oportünist bir tutuma gerekçe yapılamaz. Özellikle de komünist olma savında olanların Kılıçdaroğlu’nu desteklemeleri, ona oy verme çağrısı yapmaları politik oportünizmin bir göstergesidir. “Korku imparatorluğu”na karşı çıkma adına seçmenleri korkutmak ya da onların var olan korkularını “beslemek” yoluyla “Millet İttifakı”na ve Kılıçdaroğlu’na oy verilmesi yönünde baskı oluşturmak kabul edilemez.

Yukarıda sözü edilen gerekçelerle kapitalist sistemi en iyi temsil etme savında olan adaylar arasında “daha kabul edilebilir” olan desteklenemez. Kapitalist sistemin sınırları içinde kalan ideolojik-politik anlayış ve tutuma sahip olan bir adayı destekleyip desteklememektir tartışma konusu olan. Sorunun böyle konuluşu olumsuz anlamda “doktriner” bulunabilir ama söz konusu olan ilkesel tutum almaktır; komünist-devrimci teoriyi yol gösterici olarak kabul etmektir. Başka sözcüklerle ifade edersem, böyle bir tutum politik oportünizme karşı işçi sınıfına dayanan sosyalizmi savunanların kararlılıkla savunacakları komünist-devrimci ilkesel bir tutumdur. Kendilerini sosyalist olarak tanımlayan politik partilerin, örgütlerin ve bireylerin ideolojik ve politik olarak gerici bir karaktere sahip olan “Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayını desteklemeleri politik oportünizmin utanç vericidir bir örneğidir. Onların bu tutumu söz konusu olduğunda yapılan, somut koşulların Marksist-Leninist ya da komünist-devrimci analizi değil somut koşulların küçük-burjuva reformist analizidir.

Dikkat çekmek ve vurgulamak istediğim son bir nokta da, diğer etmenlerin yanı sıra, 12 Eylül 1980 darbesiyle alınan ağır politik yenilginin de etkisiyle, kapitalist sistemin sınırları içinde kalarak düşünmenin kendini anti-kapitalist olarak tanımlayanlar arasında bile bir alışkanlık haline gelmiş olmasıdır. Burjuva politik sosyalizasyonun bir sonucu olarak her seçimde oy kullanmak adeta bir zorunluluk, bir yurttaşlık görevi olarak görülüyor. Bir burjuva-parlamenterist aldatmacadır bu. Yapılan her seçime katılmak gerekmez. Boykot taktiği nedeniyle eleştiriye uğrama kaygısı da taşımamak gerekir. Kapitalist devletin en yüksek bireysel temsilcisinin kim olacağını belirleyecek seçimde oy kullanmak, hele de aday göstererek seçime katılmak, kapitalist devleti yönetmek değil, kapitalist sistemi yıkmak ve sosyalist bir sistem kurmak iddiasında ki komünist-devrimcilerin takınacağı bir politik tutum olamaz. Tersi bir taktik tutum, işçi sınıfının, kentin ve kırın yarı-proleterlerinin, diğer tüm emekçilerin ve ezilenlerin burjuva politik sosyalizasyon sürecinde burjuva parlamenter hayallerle zehirlenmelerine katkı yapmak demektir.

Son söz yerine
Kapitalist Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil etmeye talip olmak ya da talip olanları desteklemek komünist-devrimcilerin benimseyecekleri taktik bir tutum olamaz. Cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu olduğunda taktik tutum hiçbir adayın desteklenmemesi olurken, parlamento seçimlerinde varsa (edindiğim bilgiye göre yok) yalnızca bağımsız komünist-devrimci adayların desteklenmesi olmalıdır.

Komünist bakış açısından, parlamento seçimlerinde, yalnızca kapitalist devleti devrim yoluyla yıkıp sosyalist bir devlet, sosyalist bir cumhuriyet kurarak sosyalist bir toplumu örgütlemeyi savunanlar, eğer böyle bir ayrım yapılıyorsa, komünist hareketin azami programını, sosyalist devrim programını kabul edenler ve bu programın uygulanması için çalışanlar desteklenebilir. Sosyal-reformist olanları desteklemek bir yana, devrimcilikleri demokrat-devrimcilikle sınırlı olanlar da desteklenmemelidirler.

Şimdiye dek açıklanan teorik ve politik nedenlerle “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni savunan politik olarak daha gerici olan “Cumhur İttifakı” propaganda ve ajitasyonda, politik gerçekleri açıklama ve seçime katılan politik güçleri teşhir çalışmasında asıl politik hedef olarak seçilmelidir. Yani AKP-MHP iktidarının yenilgisi öncelikli politik görev, kısa erimli politik amaçtır. “Millet İttifakı” da politik olarak gerici bir ittifak olduğu için desteklenemez. Asıl vurulması gereken hedefin hangisi olduğu unutulmaksızın bu ittifakın eleştirisi ve politik teşhiri de yapılmalıdır.

A.H. Yalaz
28 Mart 2023

------

(1) Ayrıntılı bilgi ve analiz için aşağıdaki yazıların da okunmasını öneririm. Bu yazıyı hazırlarken sözü edilen yazılardan yararlandım.
- “Devlet başkanlığı seçiminde komünist-devrimci taktik – BOYKOT” (22 Temmuz 2014);
- “Parlamenter Oportünizm Değil, Komünist-devrimcilik!” (15 Mayıs 2015);
- “Devletin Yeniden Örgütlendirilmesi ve Komünist Tutum” (5 Ocak 2017);
- “24 Haziran 2018 Seçimlerinde İki Taktik” (31 Mayıs 2018).


(2) Bu yazı seçimlerin ilan edilen tarihte yapılacakları varsayılarak yazıldı. Politik iktidarı elinde tutanların, yenilgi alma olasılıkları güçlenirse, seçimleri ertelemeleri, hatta iptal etmeleri olasılıklar arasındadır. Yapılmaları durumunda politik iktidar sahiplerinin “hilesiz” seçimler örgütleyecekleri de olasılık dışıdır. Bu yazıda bu olasılıklar üzerinde ayrıntılı olarak durulmayacaktır.

Var olan kapitalist politik sistemde ‘cumhurbaşkanı’ olarak tanımlanan makam bu yazıda kullandığım terim biliminde ‘devlet başkanı’ terimine karşılık gelir. Söz konusu olan cumhurun (halkın) başkanını seçmesi değil, devlete ‘baş’ seçilmesidir. Yazı boyunca cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanlığı terimleri tırnak içine alınmış gibi okunmalıdırlar. Kullandığım terim biliminde ‘milletvekili’ terimine de yer yoktur. Bunun yerini ‘parlamenter’ terimi alır.

(3) Kendimi coğrafi olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan’la sınırlayacak olursam, 12 Eylül 1980 yenilgisi sonrası dönemde, özellikle sosyalist olma savındaki devlet kapitalisti sistemlerin çökmesini izleyen dönemde, işçi sınıfına dayanan sosyalizm anlayışına karşı çok duyulan itirazlardan biri şöyle: “İşçi sınıfı kalmadı ki böylesi bir sosyalizm anlayışı savunulsun. Artık yapay zekâ var ve robotlarla üretim yapılıyor.” Burası bu türden savlara ayrıntılı bir karşılık vermenin yeri değil. Bir “doktriner” olarak, yalnızca şu “yapay zekâ” konusuna değinmekle yetineyim.

Komünist-devrimciler komünist dünya toplumu kuruluşu savaşımında bilimsel ve teknolojik buluşlardan ve yeniliklerden en büyük ölçüde yararlanırlar. “Yapay zekâ” da bunlar arasındadır. İcabında “komünist-devrimci robotlar partisi” de kurarız! Devrim kapitalist devletin kapısını tekmelediğinde örgütlenmiş yapay zekâ, programlanmış “robotlar ordusu” devletin sinir merkezlerini felç edecek biçimde seferber edilir. Yapay zekâyı örgütleriz ama önce yapay zekâyı örgütleyebilecek zekâya sahip olmak ve onu kullanmasını bilmek gerekir.